YORUM: Josh Thomas | ÇEVİRİ: Rezzan Yetiş
1987 yılında Kızılyıldız'ın beş yıllık bir planı vardı. Tek hedef ise Şampiyonlar Ligi'ni kazanmaktı.
O zamanlar Yugoslavya olarak bilinen bir yerde olması şöyle dursun; herhangi bir futbol kulübü için bu, oldukça iddialı bir hedefti.
Yugoslavya acı çatışmalara maruz kalırken Kızılyldız bir şekilde odaklanmaya devam etti ve futbol tarihinin en değeri bilinmeyen kadrolarından birini toplamayı başarmıştı.
Kızılyıldız, 1991'deki Avrupa zaferi için hayal kurmaya başlamadan önce kendi topraklarında 4 kupa kazanmıştı.
Taktik deha Ljupoko Petrovic yönetimindeki Kızılyıldız'ın oyun stili, zamanının çok ötesindeydi; günümüz gegenpress futbolundaki gibi hızlı kontra atağa ve orta sahada agresif baskıya dayanıyordu.
Petrovic'in elinde, 1990-91 sezonunda tüm kulvarlarda 40 gol atan ve Ballon d'Or yarışını ikinci sırada bitiren Darko Pancev'in yanı sıra üstün yetenekli bir oyuncu grubu vardı.
Kızılyıldız, tek oyuncuya bağlı bir takım olmaktan çok uzaktı; kalite sahanın dört bir yanına yayılmıştı.
Kalede ilham verici kaptan Stevan Stojanovic vardı. Steaua Bucharest ile Şampiyonlar Ligi kazanan Miodrag Belodedici, savunmanın kilit ismiydi. Vladimir Jugovic, Sinisa Mihajlovic, Robert Prosinecki ve Dejan Savicevic gibi fevkalade yeteneklerden oluşan dörtlü ise futbol tarihinin gelmiş geçmiş en iyi orta sahalarından birini oluşturuyordu.
Avrupa zaferlerinin ilk adımında Kızılyıldız, sahasında ağırladığı Grasshoppers ile 1-1 berabere kalmış; ancak rövanşı 4-1 almayı başarmıştı.
Bir sonraki aşama Rangers'tı. İskoç devi, yerel turnuvalardaki egemenliğine rağmen karşısındaki tehlikenin farkındaydı. Popüler bir hikayeye göre Rangers'ın yardımcı antrenörü Walter Smith, ilk maç öncesi Kızılyıldız'ı izlemeye gönderilir. Geri döndüğünde ise teknik direktör Graeme Souness için elinde tek bir sonuç vardır. "İşimiz bitti."
Smith yanılmamıştı. Petrovic'in öğrencileri, Belgrad'da oynanan ilk maçı 3-0 kazanmış ve rövanşta 1-1 berabere kalarak adını çeyrek finale yazdırmıştı. Orada da Dynamo Dresden'i sürklase etmişti.
Çeyrek finaldeki ilk maçını 3-0 kazanan Kızılyıldız, Rudolf-Harbig Stadyumu'nda oynanan rövanşta 2-1 öne geçtiğinde taraftarlar sahaya yabancı madde fırlatmaya başlamış; bu yüzden maç yarıda kalmıştı. Sonucunda UEFA, Kızılyıldız'ı hükmen 3-0 galip ilan etmişti.
Kızılyıldız'ın peri masalı, yarı finaldeki ilk maçında Bayern Münih'i Almanya'da 2-1 yenmesiyle devam etmişti. Ancak rövanşta, 80 bin taraftarın önünde, kendi evinde neredeyse final şansını bir çırpıda silip atıyordu.
Kızılyıldız 24. dakikada Mihajlovic ile gol perdesini aralamıştı; ancak Bayern Münih 61. ve 66. dakikalarda attığı gollerle 2-1 öne geçmeyi başarmıştı.
Tehlike çanları Kızılyıldız için çalıyordu. Neyse ki 90. dakikada Klaus Augenthaler'in kendi ağlarına gönderdiği gol, ev sahibine final biletini kazandırdı.
Şampiyonanın kaderi ise Bari'de belirlenecekti. Çeyrek finalde yıldızlarla dolu son şampiyon Milan'ı alt eden Marsilya, yarı finalde Spartak Moskova'yı 5-2 yenerek adını finale yazdırmıştı.
Tüm bunları göz önünde bulunduran Petrovic, cesur bir karar alarak takımının oyun stilini değiştirmeye karar verdi. Sonuç olarak finale gelene kadar her maç 2 veya üzeri gol atan bir takım, daha pragmatik bir yaklaşım için bütün ofansif taktiklerine sırtını döndü.
Mihajlovic, daha sonrasında bu maçla ilgili görüşlerini şöyle aktarıyor:
"Şampiyonlar Ligi tarihinin en sıkıcı finaliydi. Eğer daha ofansif bir anlayışla finale çıkmış olsaydık muhtemelen kaybederdik çünkü Marsilya bizden daha iyiydi ve oyuncuları böylesi büyük maçları oynamaya alışkındı. Bizim kadromuz ise 21, 22 ve 23 yaşındaki çocuklardan oluşuyordu. Maçtan birkaç saat önce aramızdan 7 kişiye Marsilya'nın maçlarını seyrettirdiler. Ljupko Petrovic'in bize şöyle dediğini hatırlıyorum: 'Eğer onlara saldırırsak kendimizi kontra ataklar karşısında açıkta bırakırız.' Ben de ona ne yapacağımızı sordum. O da bana, 'Topu kaptığınızda onlara geri verin. Böylece 120 dakika boyunca topa dokunmamış olacağız' dedi."
Maçın uzatmalara; sonrasında da penaltılara gitmesi hiç de şaşırtıcı değildi.
Kaderin cilvesi işte: Berabere biten her maçın sonucunun penaltılarla belirlendiği Yugoslav 1. Lig'den gelen Kızılyıldız'ın önünde Şampiyonlar Ligi kupası için tek engel, uzmanı oldukları atışlardı.
Manuel Amoros, Marsilya'nın ilk penaltısı kaçırdıktan sonra sıra Kızılyıldız dört penaltının tamamını ağlarla buluşturmuştu. Son noktayı ise 4 yıldır hayali kurulan kupaya giden yolda takımın en kilit isimlerinin başında gelen Pancev koymuştu.
Kulübün ilk Avrupa zaferi ellerindeydi. Kızılyıldız'ın beş yıllık planı beklenenden bir yıl öncesinde meyvesini vermişti. Akabinde Petrovic'in öğrencileri Avrupa'nın en zengin kulüpleri tarafından kapış kapış transfer edilmişti.
Onların 1991 yılında başardığı şey ise hafızalardan asla silinmemeli.