YORUM | Onur Özgen @ozgenonur
Dikkat! Bu yazı "spoiler" içerir.
Gözle göremediğimiz bir düşmandan korunabilmek için evlere kapandığımız ve tamamen futbolsuz kaldığımız bugünlerde belki tesadüfen, belki de bir pazarlama stratejisi neticesinde Netflix tarafından futbol içerikleri bombardımanına tutuluyoruz. Ve belki şu an düşünmemiz gereken son şey futbol olsa da, oyunun müptelaları olarak bu bombardımandan hiç şikâyetçi olamayacağız.
Geçtiğimiz haftalarda gösterime giren "The English Game", bizi oyunun ilk adımlarına yeniden bakmaya çağırmıştı. Birkaç gün önce ikinci sezonu yayımlanan "Sunderland 'Till I Die" ise İngiltere'nin kuzeydoğusunda futbolun ne anlama geldiğini anlatmaya devam ediyor.
Her ne kadar biri kurmaca, diğeri belgesel de olsa, iki diziyi peş peşe izlemek ise bir açıdan ilginç bir deneyim oluyor. Sanki Old Etonians'ın her ne kadar kendi çıkarları için de olsa futbolda parayı yasaklamaya çalışan züppe aristokratları yüz elli yıl kadar sonra haklı çıkmışlar gibi. Bu kadar çok fazla paranın oyunun içine girebileceğini onlar da tahmin edemezlerdi elbette, ama paranın nihayetinde oyunun haysiyetini bozacağını düşünmekte haklılardı. Amerikalı bir milyarderin elinde oyuncağa dönen Sunderland FC de bunun en iyi örneklerinden biri.
Futbolda genelde kazananların hikâyelerini okur, dinler ya da izleriz. Bu filmdeyse kazananlara yer yok. Olabildiğince tutku, gurur, sadâkat ve gözyaşı var.
Sunderland Til I Die" perform:prop="uuid:xwdrrq7hxdcn1p8p385rqgjrs;width:1200;height:700" src="https://images.performgroup.com/di/library/GOAL/df/67/sunderland-til-i-die_gjv38zpohew61h58wuqyafufz.jpg?t=1136855953" style="width: 100%;" />
Dizinin ilk sezonunda Premier Lig'den düşmenin hayâl kırıklığını atlatmaya çalışan Sunderland şehrini ve futbol takımını görmüştük. Takımdan önce şehrin gelmesi ise boşuna değil. Çünkü gerçekten ilk düşen şehrin insanları oluyor, futbol takımı ise onları takip ediyor. Ve düştükten sonra yapmaları gereken tek şey var; önce o insanları, ardından kulübü yeniden ayağa kaldırmak. Ama Sunderland'in düşüşü, alelâde düşüşlerden biri olmadığı için, yeniden ayağa kalkması da o kadar kolay olmayacaktır.
Kulübün sahibi Ellis Short, takımın Premier Lig'den düşmesinin ardından daha fazla yatırım yapmama kararı alır. Dolayısıyla koskoca bir şehri ve kulübü kendi kaderiyle baş başa bırakır. Şehrin insanları için bununla baş etmek hayli güçtür. Çünkü hayat şartlarının çok zor olduğu Sunderland'de insanlar için futbol bir nevi din gibidir. Ve her şeyin tepetaklak gittiği günlerde dinlerine daha sıkı sarılırlar. Ama Sunderland için kötü günler geride kalsa da, önlerinde yaşanacak daha da kötü günler vardır.
Premier Lig'in kurulduğu 1992'den bu yana kombine bilet sahibi olduğunu söyleyen taksi şöförü Peter Farrer, dizinin ilk bölümünde takımın sezon öncesi son hazırlık maçını yapacağı Celtic karşılaşması öncesi, "Güzel bir başlangıç yapmalıyız. İyi bir başlangıç yaparsak öyle devam ederiz. Rakibi dört ya da beş farklı yenip sezona öz güvenli başlamalıyız" der. Sunderland o maçı 5-0 kaybeder. Ve tam da Farrer'ın dediği gibi, nasıl başladılarsa öyle devam ederler.
15. haftanın sonunda ligde Sunderland'den daha az puan toplayan tek takım Bolton Wanderers'tır. Sunderland'in kendi sahasında Bolton'ı da yenemediği maçın ardından menajer Simon Grayson basın toplantısına çıkamaz. Onun yerine kulüp sözcüsü basın mensuplarının karşısına çıkar ve Grayson'ın görevine son verildiğini duyurur. Böylelikle Grayson, Sunderland'in 139 yıllık tarihindeki en kısa süreli menajeri olur.
Yerine ise Galler'i Euro 2016'da yarı finale taşıyan Chris Coleman getirilir. Taraftarlar sonunda yüksek profilli bir menajer göreve geldiği için çok mutludur. Hatta bir taraftar mutluluğunu şöyle anlatmayı seçer: "Karımı yatakta bir temizlikçidense Coleman'la basmayı yeğlerim."
Sunderland, Coleman yönetiminde çıktığı ilk iki maçı kazanır. Coleman'ın enerjisinin takıma ve özellikle taraftarlara yeni bir hava getirdiği kesindir. Noel vakti gelmiştir ve insanlar bu vakitlerde mucizelerin yaşandığına inanır. Ama bu Sunderland için kısa süreli bir mucizedir.
Çok kötü bir 2017'yi geride bırakan Sunderland için umutlu girdikleri 2018 de kötü başlar ve evlerindeki ilk maçı kaybederler. Üstelik takımın en golcü oyuncusu Lewis Grabban da bonservisini elinde bulunduran Bournemouth'a geri dönmek isteyip takımdan ayrılır. Kötü ekonomik şartlarda mecburen kiralanan oyuncuların getirdiği en büyük zorluk budur: Aidiyet sorunu. Kulübün sahibi Short ise tepkilere rağmen takıma daha fazla yatırım yapmama kararında ısrarcıdır. Dolayısıyla Sunderland geçici çözümlerle ilerlemeye çalışmaya devam eder.
Bu arada hava giderek soğur. Bir anda bastıran yoğun kar yağışı, tüm şehirde olduğu gibi antrenman sahasının da üstünün karla kaplanmasına neden olur. Coleman eline kürekleri alır, "Kulübün olayı bu, değil mi?" der. "Bir arada olmak. Biraz uyum. Biraz birliktelik." Ardından oyuncular da ona katılır ve takım olarak sahayı kardan temizleyip antrenman yapmaya hazır hâle getirirler. İhtiyacını duydukları başlıca şeyi kar onlara göstermiştir. Ama takımdaşlık da demir attıkları ligin dibinden kurtulmalarına yetmeyecektir.
Kümede kalmak için puan almak zorunda oldukları Burton Albion maçında son dakika golüyle beraberliği yakalarlar, ama ardından hakem tarafından gol geçersiz sayılır. Tribündeki bir taraftarın da dediği gibi, küme düşmek için bu gerçekten çok kötü bir yoldur. Ama Sunderland'e de böylesi yakışır. Daha 12 ay önce Premier Lig'de oynayan kulüp, böylece bir yıl içinde tarihinde ikinci kez Birinci Lig'e düşer.
Sunderland Til I Die" perform:prop="uuid:1sxy8crqvd7wi1sg5nsx9lg7g4;width:2656;height:1494" src="https://images.performgroup.com/di/library/GOAL/fc/50/sunderland-til-i-die_1joyzifelotv31ahcxxrwfi5na.jpg?t=1137386601" style="width: 100%;" />
Sezon sonunda teknik ekip ve oyuncular Taraftarlar Derneği'nin düzenlediği ödül törenine katılırlar. Tuhaftır elbette. Ama bu nihayetinde taraftarlar için oynanan bir oyundur ve içinde başarısızlık da vardır. Törenin en büyük ödülünü ise yılın taraftarı seçilen George Forster alır. Sunucu, "Ölene kadar Sunderland, öyle değil mi?" diye sorar. Forster, "Çok vaktim kalmadı," diye cevaplar. "91.5 yaşındayım."
Törenin belki de en genç taraftarlarından biri olan küçük bir çocuk ise Coleman'a önümüzdeki sene Joel Asoro'yu daha fazla oynatmasını tavsiye eder. Coleman bunu düşüneceğini söylese de, kısa süre içinde görevine son verileceği için bu tavsiyeyi dinleme şansı olmaz.
Dizinin ikinci sezonunda ise kulüpte hemen her şeyi değişmiş hâlde buluruz. Kulübün sahibi değişir, başkan ayrılır, antrenör gönderilir, oyuncular dağılır ve yeni sezona yalnızca dokuz oyuncuyla başlanır. Bu sezonun odak noktası ise ne antrenör ne de oyuncular, ülkenin güneyinden gelen iki iş adamı olacaktır.
Short, kulübü elinden çıkarabilmek için 120 milyon sterlin'in üzerindeki mevcut borcu siler ve yerine Oxford kökenli Stewart Donald ve ortağı Charlie Methven gelir. Fakat borçların faiz ödemeleri devam ediyordur ve kulüpteki savurganlık inanılmaz boyutlardadır. Öyle ki, antrenman tesislerindeki 100 bin sterlin'e mâl olan soğuk oda terapisini takımdan hiç kimsenin kullanmadığını öğreniriz - bir önceki başkan Martin Bain'i saymazsak.
Sunderland bu iki adamla yeniden yapılanmaya başlar. İlk değişen renkleri giderek solan ve pembeleşen stat koltukları olur. Donald koltukları değiştirmek için hem taraftarları çağırır hem de oyuncuları getirir ve böylece daha sezon başlamadan kaynaşmalarını sağlamaya çalışır. Ardından Methven stadın bütün ses sistemini yeniler. Takımın yıllardır sahaya çıkış müziği olan Sergey Prokofyev'in "Dance of the Knight" eserini de çok kasvetli bulur ve remix versiyonuyla değiştirir. Sunderland'in yıllardır maç kazanmakta çok zorlandığı Işık Stadyumu'nu rakipleri için daha gürültülü, kendileri için ise daha eğlenceli bir yer yapmaya çalışır. Fakat elbette bunun için önce yeni bir menajer bulmalı ve takımı yeniden oluşturmalılardır.
Menajerlik koltuğuna St. Mirren'da bir önceki yılın İskoçya'daki en iyi menajeri seçilen Jack Ross getirilir. Oldukça düşen bütçelerle de mütevazı ama daha genç ve dinamik bir kadro kurulur. Yıllardır kandırılan taraftarların en büyük beklentileri ise dürüstlük ve tutkudur.
Yeni sezonun ilk maçı Charlton Athletic'e karşıdır. Maç öncesi bir pub'da yaşları ilerlemiş üç taraftarı kendi aralarında sohbet ederlerken görürüz:
- Kaç yıldır maçlara geliyorsun? Senin 54 yıl olması lâzım.
- İlk senem 1963'tü.
- Benimki 1964.
- Sen kaç yıldır geliyorsun?
- 1954-55
- Yani hepimizinkini toplarsak 160 yıldır bunu izliyoruz.
Sunderland ilk maçını 90+6'da bulduğu golle kazanır ve geçen yılın aksine sezona iyi bir başlangıç yapar. Tribünler ise hangi ligde olduklarını önemsemeden en bilinen tezahüratlarını söylemeyi sürdürürler: "Dünyanın gördüğü açık ara en iyi takımız!"
Sunderland Til I Die" perform:prop="uuid:10gnoiwqut2yt1rw4ums4gq3ql;width:1200;height:675" src="https://images.performgroup.com/di/library/GOAL/50/2/sunderland-til-i-die_wyqyzsiy2lh510d8yjqsjgckr.jpg?t=1137535569" style="width: 100%;" />
Yeni yönetimle birlikte takımda işler düzelmeye başlamış gibidir. Bunu da antrenman tesislerindeki emektar şef aşçı Joyce Rome'dan öğreniriz. "Uzun zamandır böyle mutlu ve gülümser durumda olamamıştık," der Rome. "Yeni gelen genç oyuncular burada olmayı seviyor ve istiyor. Sunderland'i seviyorlar."