YORUM | Alp Çolak
Jean-Marc Bosman'ın canına tak etmişti.
1990 yılında RFC Liege'deki sözleşmesi sona eren Bosman, Fransa İkinci Ligi ekiplerinden Dunkirk'ten transfer teklifi aldı ama kulübü, bu teklifi reddetti. Çünkü o dönem oyuncuların sözleşmelerinin bitmiş olması, serbest kaldıkları anlamına gelmiyordu.
Liege'in teklifi reddettiği yetmiyormuş gibi Bosman'a yaptığı yeni sözleşme teklifinde maaşı ciddi şekilde düşürmesi oyuncunun sabrını taşırdı. Bosman avukatlarıyla birlikte Avrupa Adalet Divanı'nda RFC Liege, Belçika Futbol Federasyonu ve UEFA aleyhinde dava açtı.
Bosman, bir Avrupa Birliği vatandaşı olarak Roma anlaşmasının kendisine verdiği hakların ihlal edildiğini düşünüyordu. Bu haklar arasında çalışma ve seyahat özgürlüğü vardı. Avrupa Birliği üyesi ülkeler arasında bir sınır yoktu ve AB vatandaşları üye ülkeler arasında istedikleri yere gitme, istedikleri yerde ikamet etme ve çalışma özgürlüğüne sahiplerdi.
Bosman'ın argümanları oldukça sağlamdı. Öyle ki, o dönem konuyla ilgili Avrupa Parlamentosu'na bir rapor sunan Hollandalı vekil Janssen Van Raay şunları söylüyordu: "Profesyonel futboldaki mevcut transfer sistemi, köleliğin modern versiyonu. Anlaşmalar tarafından garanti altına alınan sözleşme ve seyahat özgürlüklerinin açık bir ihlali."
Tarihin akışını değiştiren karar
Mahkeme 15 Aralık 1995'te verdiği tarihi kararla Bosman'ı haklı buldu. Bosman'ın bir AB vatandaşı olarak temel haklarının ihlal edildiğine kanaat getirildi ve sözleşmesi sona eren futbolcuların transfer bedeli olmadan başka bir takımla anlaşmalarının önü açıldı. Karara göre oyuncular sözleşmelerinin bitimine altı ay kala istedikleri kulüplerle transfer görüşmesi gerçekleştirerek başka bir takıma gidebileceklerdi.
Avrupa Adalet Divanı belki de en önemli kararını ise yabancı sayısı hususunda verdi. O dönem neredeyse her ligde, ilgili ülkenin vatandaşı olmayan üç oyuncu ilk 11'e yazılabiliyor, iki oyuncu ise yedek kulübesinde bekletiliyordu. Mahkeme, AB vatandaşı olan sporcuların AB ülkelerinde yabancı statüsünde yer alamayacağına hükmetti ve bu sporcuların üye ülkelerde çalışmalarının yabancı sınırlaması adı altında kısıtlanamayacağını vurguladı.
Futbolda bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
O güne kadar kulüplere karşı ellerinde çok az koz bulundurabilen futbolcular gücü neredeyse tamamen ele geçirdiler. Kulüpler eskiden bonservis bedeli olarak ödedikleri paraları artık sözleşmesi biten oyunculara bonus ücret olarak teklif edebilmeye başladılar ve bunu bir koz olarak kullandılar. Özellikle Hollanda ve Portekiz gibi ülkelerde yetişen oyuncuların Premier Lig, La Liga ve Serie A'daki büyük kulüplere transferlerinde büyük bir artış söz konusu oldu.
Bosman Kuralı'na getirilen en büyük eleştiri bu noktada oluşuyor. Oyuncuların serbest dolaşımı fikrine sıcak bakmayanlar bu kural nedeniyle büyük kulüpler ile diğerleri arasındaki makasın açıldığını söylüyorlar. Onlara göre 1995'ten önce Ajax, Kızılyıldız, Steaua Bükreş, Marsilya, Hamburg, Nottingham Forest, Feyenoord, Celtic gibi Avrupa şampiyonları ortaya çıkmışken kuralın uygulamaya konulmasından bu yana sürpriz olarak nitelendirilebilecek tek şampiyonun Jose Mourinho'nun Porto'su olması Bosman yüzünden. Keza Avrupa'daki domestik liglerin belli başlı takımlar tarafından domine ediliyor olması da...
Kendi lehine çıkan kararın netice olarak adaletsizliği artırdığını düşünen isimlerden biri de Bosman'ın ta kendisi! Konuyla ilgili La Gazzetta dello Sport'a yaptığı açıklamada şunları söylüyor Bosman:
"Bosman Kuralı zenginliğin adil dağıtılması için ortaya çıktı, özellikle de az kazanan oyunculara. Ama artık avantaj küçük bir kitlenin elinde. Hâlâ mahkemenin o günkü kararının doğru olduğunu düşünüyorum. Pozitif bir karardı ama çarpıklaştırıldı. Futbol artık sağlıklı değil."
Sportif argümanlar işe yaramadı
UEFA mahkeme süreci boyunca tüm argümanlarını sportif zeminler üzerine kurdu. Avrupa futbolunun patronu, Avrupa siyasetinin ortak karar alma mekanizmasına 'sözleşme bitiminde transfer bedeli ödemenin, takımları genç yeteneklere yatırım yapıp oynatmaya teşvik ettiğini, aksi takdirde oyuncuları sözleşme bitiminde kaybetme korkusunun bu ekipleri de transferlere yönelteceğini ve yatırım yapmaktan alıkoyacağını' savundu. Haklı da bir argümandı ama AB vatandaşlarının serbest dolaşım ve çalışma haklarının gasp edildiği gerçeğini değiştirmiyordu.
UEFA yabancı sınırını da sportif gerekçelerle savundu ve bu sınırlamanın takımların kendi ülkelerinde yetişen oyunculardan oluşan bir çekirdeğe sahip olmaları adına önemli olduğu argümanını ortaya sundu. Bu da sportif açıdan haklı bir argümandı ama, yine, AB vatandaşlarının serbest dolaşım ve çalışma haklarının sınırlandığı gerçeği apaçık ortadaydı.
İroniktir ki o dönem mahkemede kendi kurallarının süper zengin kulüplerle diğerleri arasındaki makasın açılmamasını sağladığını savunan UEFA, bugün göstermelik FFP kuralları ve Avrupa'nın büyük liglerindeki takımların oyun alanı haline getirdiği Şampiyonlar Ligi (bu sezon ilk defa son 16'ya kalan tüm takımlar Avrupa'nın beş büyük ligindeki takımlar oldu) ile vaktiyle karşı çıktığı şeye önayak olmakla eleştiriliyor.
Evet, belki de sportif anlamda Bosman Kuralı kulüpler arasındaki makasın açılmasına ve rekabetin azalmasına vesile oldu ama mahkemenin kararı hukukiydi ve sistem politik anlamda doğru zemine oturtuldu.
Hukuki ve politik meselelerin tamamen sportif zeminde tartışılarak izah edilmeye çalışılması UEFA'nın dilini 1995 yılında yaktı ve bugün hem Avrupa hem de Türkiye benzer sınavları yeniden veriyor.
Birleşik Krallık'ta Muhafazakar Parti birkaç gün önce gerçekleştirilen seçimleri büyük farkla kazanarak tek başına iktidar oldu ve ülke, çok büyük bir sürpriz olmadığı takdirde, 31 Ocak 2020 itibarıyla Avrupa Birliği'nden ayrılacak. Bu durumun Premier Lig'deki "yabancı" tanımlamasını değiştirmesi gündemde çünkü ülkeyi beş yıl boyunca idare etmekle görevlendirilen hükümet, serbest dolaşımın ortadan kaldırılması konusunda kararlı. Bunun yerine puan bazlı bir göç sisteminin devreye sokulması bekleniyor. Bu puanlama sistemi sporculara karşı, diğer işçilere nazaran daha cömert olabilir ama AB üyesiyken bile çalışma izni konusunda AB vatandaşı olmayan sporculara çıkarılan zorlukların bu defa AB vatandaşlarını da içine alacak şekilde genişletileceği de söylenebilir.
Ülke AB'den ayrılacak ama UEFA'dan ayrılmayacak ve her ne kadar UEFA, AB kanunları çerçevesinde hareket etmekle mükellef olsa da, AB'de yer almayan üyelerine bu kuralları empoze etme hakkına sahip değil.
Premier Lig bu konuda Westminister Hükümetiyle sıkı pazarlıklar yürütecek ve muhtemelen, son yıllarda futbolda edindiği büyük gücü kaybetmemek adına serbest dolaşım konusunda kendisine ayrıcalıklar tanınmasını talep edecek. Bir şey kesin ki, Boris Johnson ve bakanlarının bu konudaki tavrı sportif zeminde değil, siyasi zeminde şekillenecek.
Yabancı sınırı Bosman'dan bağımsız tartışılamaz
Bosman Kuralı ve sonrasında oluşan futbol dünyasının dinamikleri Türkiye'de son dönemde çokça tartışılan yabancı sınırı meselesini anlamamız için de aydınlatıcı olabilir fakat bizler de, vaktiyle Avrupa'da yapılan hata gibi, konuyu sportif zemine indirgemekte ısrarcı oluyor ve daha sağlıklı tartışma fırsatını elimizle itiyoruz. Avrupa Birliği üyesi olmayan Türkiye'de serbest dolaşımın sadece futbolculara özgü bir şekilde, hem de tek taraflı olarak, sistemimize adapte edilmesini sadece sportif gerekçelerle meşrulaştırmak için ortaya koyduğumuz "Bakın artık oyuncularımız Premier Lig'de, Serie A'da oynuyorlar" argümanlarının aslında bir anlam ifade etmediğini henüz kavrayamıyoruz. Bu nedenle aslında hukuki olarak burada yetişen futbolcunun, oradan buraya gelenle aynı haklara ve kolaylıklara sahip olmadığını da idrak edemiyoruz.
Jean-Marc Bosman sportif değil politik bir savaş verdi ve bu savaşı haklı olarak kazandı. Sonuçları futbol açısından karmaşık, kendisi açısından ise yıkıcı oldu. O dönem uzun süre futbol oynayamadı, bu dönem için devede kulak kalan 300 bin poundluk bir tazminat ile yetinmek zorunda kaldı. Sonrasında depresyonla ve alkolizmle mücadele etmek zorunda kaldı.
Sporcuların verdikleri politik kavgaları, sporcu olmayanlar sadece saha içerisiyle yorumlamaya kalktıklarında neden-sonuç ilişkisi kurulamıyor ve 24 yıl önce çözüldüğü düşünülen sorunlar bugün farklı formlarıyla karşımıza çıkıyor. Bosman'ın, istem dışı olsa da, bize bıraktığı en büyük miras bu olsa gerek.