YORUM | Onur Özgen @ozgenonur
Her ne kadar Milli Takım'ı oluşturan oyuncuların çoğunluğu Kuzey Ren-Vestfalya'da yetişse ya da hâlihazırda ülke dışında oynuyor olsalar da Süper Lig'deki sorunların pek çoğunu Milli Takım'da da görmek mümkün.
Ligde topa sahipken üretim problemi yaşamayan takım neredeyse yok. Aynı sorunu Milli Takım da yaşıyor. Şurası kesin ki, ülke futbolu olarak proaktif oyunun gereklerini yerine getiremiyoruz. Hem kulüpler hem de uluslar bazında, topa sahip olduğumuzda ve rakip tüm hatlarıyla topun arkasına geçtiğinde ne yapacağımızı bilemiyoruz. Kimi zaman organizasyon sorunları, kimi zaman da kalite eksikliğinden doğan problemler yaşanıyor. Fakat elbette ulusal takımların bu konuda kulüp takımlarına göre işi çok daha zor.
Pep Guardiola, "Bir milli takımın hücumunu geliştirmek üzerine çalışabilmesi oldukça zor; çünkü bu çok zaman alan bir şey," der. "4-4-2 oynamak, savunma yapmak ve kontratak fırsatları kovalamak ise daha kolay; çünkü bu konularda mükemmelleşmek daha az zaman alır. Pozisyon oyunu oynamak ise çok daha karmaşıktır; çünkü her bir oyuncunun çok fazla bireysel rolü vardır."
Dolayısıyla esas farkı kaliteli ayaklar yaratsa da aynı zamanda bir oyun kültürüne ya da uzun süreli alışkanlıklara sahip olan milli takımlar, diğerlerinin bir adım önüne geçiyor. Ancak Türkiye henüz o takımlardan biri değil.
Bu durum Andorra karşısında da görülmüştü. Rakip ne kadar zayıf olursa olsun, topun arkasına birlikte geçtiğinde Türkiye'nin hücumdaki akışkanlığı yine çok zayıflamış ve çaresiz bir şekilde birbiri ardına ortalar yapılmıştı. Akan oyunda 35 ortayla tamamlanan maçta galibiyeti getiren gol ise son dakikada bir köşe vuruşundan gelmişti.
Arnavutluk karşısında da aynı problemler yaşandı. Andorra maçındaki kadar aşırı bir topa sahip olma yüzdesi olmadığı için daha az orta yapılsa da set oyunundaki üretim sorunu yine aşılamadı. Andorra birbirine yakın iki dörtlü hat kullanmıştı, Arnavutluk ise beşli savunmayı tercih etti. Ancak merkez yine tamamen kapalıydı.
Böyle rakiplere karşı en iyi hücum yöntemi, beklerin arkasına sızıp son çizgiye inmek, ardından da ceza sahasına çok sayıda oyuncu sokup, topu bu oyunculardan biriyle buluşturmaktır. Ama bunu yapabilmek için elinizde bire birlerde etkili kanat oyuncularınız olmalı. Milli Takım'ın on birindeyse böyle bir oyuncu bulunmuyordu. Dahası maç kadrosunda da yoktu. Sağ kanatta santrfor orijinli Cenk Tosun, sol kanatta ise 10 numara orijinli Hakan Çalhanoğlu vardı. Dolayısıyla hücum genişliğini beklerin sağlaması gerekiyordu. Bunu ise yalnızca Zeki Çelik yapabildi.
İlk yarıda rakip ceza sahası içinde en fazla topla buluşan üç oyuncudan biri Zeki'ydi (3). En net pozisyonlar da onun sağ kanattan son çizgiye inip içeriye çevirdiği toplarla geldi. Ancak sorun şuydu ki, Burak Yılmaz ve Cenk Tosun'un rakip ceza sahasındaki topla buluşma sayıları Zeki'yle eşitti. Bu kadar sınırlı bir üretimden gol çıkması sürpriz olurdu, nitekim çıkmadı da.
Türkiye'nin elinde oldukça iyi bir jenerasyonun olduğu kesin. Özellikle savunma hattı, tarihinin en iyisi olabilecek potansiyelde. Fakat buna karşın Cengiz Ünder haricinde bire birlerde etkili bir kanat oyuncusu bulunmuyor, bu da kapanan takımlara karşı büyük bir handikap oluşturuyor. Çünkü bu takımlara karşı yalnızca pas marifetiyle alan bulamıyorsunuz. Top sürmek, topa sahip olan takımlar için hâlâ çok değerli bir silah. İsterseniz sabaha kadar pas yapabilirsiniz; ama her halükârda adam eksiltecek birine ihtiyaç duyuyorsunuz.
Türkiye'nin maçı bitiren kadrosunda ise üç ofansif orta saha oyuncusu vardı; Hakan Çalhanoğlu, İrfan Can Kahveci ve Yusuf Yazıcı. Bu üç oyuncudan hangisi ilk on birde oynar? Tribünlere göre Yusuf, Şenol Güneş'e göreyse Hakan. Ancak esas mesele, yirmi üç kişilik maç kadrosunda Cengiz'in boşluğunu doldurabilecek bir oyuncunun bulunmaması.
Buna karşın takımın işler yolunda gitmediğinde maçtan kopmaması ise kesinlikle övülmeye değer. İç sahada oynanan son iki maç, 89 ve 90'da biri duran toptan, diğeri bireysel bir hatadan gelen gelen iki golle kazanıldı. Eskiden Milli Takım'ın böyle maçları sonuna kadar aynı kararlılık ve disiplin içinde oynayabilmesi çok zordu. 2002'den bu yana yalnızca iki büyük turnuvaya katılabilmenin en büyük nedenlerinden biri de bu mental zayıflıktı. Andorra ve Arnavutluk karşısında maçın içinde kalmak ise Türkiye'ye 2020 kapılarını büyük ölçüde açtı.
Şimdi Fransa karşısında liderlik maçına çıkılacak. İyi haber, top büyük ihtimalle Fransa'da kalacağı için Türkiye'nin istediği alanları daha fazla bulabilecek olması. Türkiye'nin şu ana kadarki en iyi oyununu Fransa'ya karşı oynamış olması tesadüf değil. Sonuçtan bağımsız olarak, Stade de France'da da Andorra ve Arnavutluk maçlarından daha iyi bir Türkiye'yi görmemiz kuvvetle muhtemel.